30 Eylül 2013 Pazartesi

Eğer Yaşarsam


Kitabı gerek ismi, gerekse kapağı yüzünden oldukça hevesle almış olmama rağmen, içeriği itibariyle aynı etkiyi yaratmadı diyebilirim. Hem de hiç.

Bir yerden sonra sırf yarım kalmasın diye kendimi zorlayarak okudum ve bittiğinde 'herhalde o kadar şeyden sonra ben yaşarsam böyle olmaz' diye düşünüyordum.

Konusu çok güzel aslında. Başlarda da sıcacık bir giriş yapıyor hikayeye ancak eksikleri, artılarından fazla ve bir an keşke hikayeyi basit tutsaymış da Gayle Forman, başlarda hissettirdiği o sıcaklığı, samimiyeti bozmasaymış bile dedim.

Mia on yedi yaşında, genç bir kız ve ailecek bir araba yolculuğuna çıktıkları sırada gelişen trajediyle başlıyor olaylar. Kaza oluyor, Mia'nın anne babası ölüyor ve kardeşi de yoğun bakımda.

Konu basit, kazadan sonra kıza ve dolayısıyla okuyucuya bir takım hayat dersleri verilecek ama anlatım ve karakter öyle duygudan yoksun ki, bir türlü kıza acımaya fırsat bulamamayı bırakın, sinirlenerek okuyorsunuz. Yazar olayları öyle yüzeysel işlemiş ki, 'bitireyim de basıma gitsin' bir havası var resmen.

Kaldı ki benim ailem ölmüş olsa şahsen kazanın sorumlusu aracın şoförüyle dost olmak gibi iyimser bir düşünceye sahip olamazdım herhalde.

Ne duyguya girebildim, ne hikayeyi sevebildim, ne de sayfaları heyecanla çevirdiğim bir an geldi. Yazık olmuş...




Puanım:

Hush Hush Serisi

Fantastik kitap serilerinin bu kadar çığır açmasının nedenini hep biraz Twilight'a bağlayıp, eline gelen yazıyor diye ön yargıyla yaklaşmama rağmen bunu kıran serilerden bir tanesi, hatta ilkidir Hush Hush serisi.

Ben bu tarz kitaplarda hep iki kilit unsur olarak yazım tarzına ve bakış açısına bakmışımdır, ve Becca Fitzpatrick bu konuda işinin piri oldu gözümde diyebilirim. Kitap ana karakterimiz Nora'nın gözünden anlatılıyor ve doğal olarak kitapta birinci tekil kullanılmış. Bir de insanı alıp götüren bir üslubu var ki, kitap daha ilk sayfasından itibaren akıp gidiyor.

Neyse, gelelim konuya. Nora Grey, mizaç olarak en yakın arkadaşı Vee Sky'ın aksine kendi halinde, pek öyle kimseye karışmayan, normal bir kız. Esas olaylar da biyoloji partnerinin değişmesiyle başlıyor ve böylelikle Patch, aslında planlı olarak ama yüzeyde tesadüfi bir şekilde Nora'nın hayatına dahil oluyor. Hem de tam merkezine.

Bu arada Patch, kapakta da gayet aşikâr görüldüğü üzere bir düşmüş melek. Bir bakıma şeytan yani. Bu da Nora'yla arasındaki yakınlaşmayı dört gözle beklememi sağlayan şeydi. Olağanüstü aşklara bayılıyorum da biraz :D

Seride gerçekten en sevdiğim şeylerden biriydi Patch ama bunun öyle 'ölüp bitilen erkek kitap karakterleri'yle hiç ilgisi yok. Tamam, biraz var ama esas mesele bambaşka :D Patch çok zekice yaratılmış bir erkek karakter. Mizah anlayışı, hazır cevaplığı, ürkütücülüğü.. ve bunların yanında bir de bu kadar iyi yansıtılmış olması, bence harikaydı.

Serilerin daha çok ilk kitaplarına vurulma geleneğimi sürdürerek, Hush Hush'ta da favorimin Fısıltı olduğunu belirtmek isterim.

Yeni karakterlerle, çıkmazlarla, zorluklarla sürüp giden, tadı damakta kalacak bir seri kısacası Hush Hush.



Puanım:

6 Eylül 2013 Cuma

Kürk Mantolu Madonna

Bir kitap okursunuz ve çoğunlukla bir karakteri içinizde yer eder, öyle değil mi? Kürk Mantolu Madonna öyle değil işte...

Bu kitapta hangi karakteri daha çok sevip, hangisini kendinize daha fazla yakın bulduğunuza karar vermek çok zor. En azından benim için öyle oldu çünkü okurken kitabın ana karakteri olan Raif Efendide de, Kürk Mantolu Madonna'sı Maria Puder'da da hep kendimden bir şeyler buldum.

Günümüz aşk romanlarıyla kıyaslandığında, aşk romanı demeyi bile yediremiyorum kendisine, çünkü içinde bir aşk hikayesinden çok daha fazlası var bana kalırsa. Bir adamın aşkı için nelerden vazgeçtiğini, gerçekten sevmenin bir insanın hayatını ne denli etkileyebileceğini öyle güzel yansıtmış ki Sabahattin Ali...

Birini görüyorsunuz, beğeniyorsunuz, kafanızda onu istediğiniz karaktere göre şekillendirebiliyorsunuz ama ya gerçeği, hayalinizdekiyle uymuyorsa?

Bir arada olmanın, fark edilmenin bile bazı şeylere yetmeyeceğinin dersini veriyor bu kitap.

Kitabın içerisinde harika alıntılar da var ancak onlara geçmeden önce, ısrarla son bir şey eklemek istiyorum: okumadıysanız, mutlaka okuyun!





Puanım:






"Hayatta hiçbir zaman kafamızdaki kadar harikulade şeyler olmayacağını henüz idrak etmemiştim."


"Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçtığımız halde ilk rast geldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatlığıyla öteye geçiveriyoruz?"


"İçimde, bir yolculukta tanışıp alıştığım, fakat pek çabuk ayrılmaya mecbur olduğum bir insana veda eder gibi bir his vardı. Artık bu sergiye ayak basamayacağımı biliyordum. İnsanlar, birbirlerinden hiçbir şey anlamayan insanlar, beni buradan da kaçırıyorlardı."


"Bir ruh, ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden, meydana çıkıyordu... Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya, -ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk."


"'Maria' diye fısıldadım. 'Nasıl oluyor da bir insan diğer bir insanı bu kadar çok mesut edebiliyor?.. İnsanın içinde ne müthiş kuvvetlerin saklı olması lazım!'"


"Artık Maria Puder, yaşamak için kendisine kayıtsız ve şartsız muhtaç olduğum bir insandı. Bu his ilk anlarda bana da garip geliyordu. Bu yaşıma kadar mevcudiyetinden bile haberim olmayan bir insanın vücudu birdenbire benim için nasıl bir ihtiyaç olabilirdi? Fakat bu hep böyle değil midir? Birçok şeylere ihtiyacımızı ancak onları görüp tanıdıktan sonra keşfetmez miyiz?.."


"İnsanlara kızmama imkân yok, çünkü insanların en kıymetlisi, en iyisi, en sevgilisi bana en büyük kötülüğü etmişti; diğerlerinden başka bir şey beklenebilir miydi? İnsanları sevmeme ve onlara tekrar yaklaşmama da imkân yoktu; çünkü en inandığım, en güvendiğim insanda aldanmıştım. Başkalarına emniyet edebilir miydim?"



"Nedense, hayatta bir müddet beraber yürüdüğümüz insanların başına bir felaket geldiğini, herhangi bir sıkıntıya düştüklerini görünce bu belaları kendi başımızdan savmış gibi ferahlık duyar ve o zavallılara, sanki bize de gelebilecek belaları kendi üstlerine çektikleri için, alaka ve merhamet göstermek isteriz."

4 Eylül 2013 Çarşamba

Dünyanın En Güzel Yaratık'ı!

Şu kitabı bulana ve elime alana kadar neler çektim ben bilirim! Neyse ki, dün bitirmiş bulundum kendisini ve sıcak sıcak bir yorum yazayım dedim. Hatta daha çok övgü yazısı bile olabilir, çünkü kitaba tam anlamıyla hayran kalmış bulunuyorum.

Aslında ne yazık ki, Yaratık'ın seneler önce filmini izlemiştim ve filme duyduğum hayranlık yüzünden kitabı almıştım fakat çok şükür ki kendisi beklentimin altında çıkmayarak, kitapların her zaman filmlerden bir adım önde olduğunu yeniden kanıtladı bana ve tabii ki Stephen King'e olan hayranlığımın da katlanarak artmasına neden oldu.

Kitap başta rastlantı eseri gibi görünen, ayrı ayrı birkaç grup insanın aynı otoyol üzerinde, Collie Entragian adlı, yaklaşık iki metre boyunda iri yarı bir polis memuru tarafından araçlarının durdurulmasıyla başlıyor ve Collie, bir şekilde onları tutuklayarak neredeyse kuş uçmaz kervan geçmez bir maden kasabası olan Desperation isimli kasabaya götürerek, hepsini hücrelere tıkıyor.



Kitabın devamında, karakterlerin içinde bulundukları durumdan dolayı iş birliği yaparak kasabanın ve Çin Çukuru da denilen, yıllar öncesine ait bir maden çukurunun sırrını ortaya çıkarmalarına şahit oluyoruz. Stephen King bu romanında tam anlamıyla şeytani ve Tanrısal gücü bir araya getirerek, ortaya fantastik de diyebileceğimiz, çok güzel bir gerilim romanı çıkarmış.


Bunun yanında kitaptaki yılanlara, zehirli örümceklere, akreplere ve diğer yırtıcı hayvanlara değinmiyorum bile..




Not: Resimdeki gözlüklü, karizmatik şahıs manyak polis memuru Collie Entragian oluyor :D Ne kadar psikopat olduğu yüzünden anlaşılıyor, değil mi? Sırf teşvik resmi :D



Puanım:



3 Eylül 2013 Salı

Sadist Kadının Romanı: Senden Önce Ben

Herkesin olmasa bile, pek çok insanın diğerlerinden ayrı tuttuğu, içine işleyen bir roman vardır, işte benim ki de huzurlarınızda! 

Kendisiyle tanışalı bir buçuk, olsa olsa iki ay kadar oldu ve hala bu roman hakkında iki adamakıllı cümle kurabilecek kadar kendimi toparlayamadım kendisiyle ilgili. 

Bir şeyi çok sevdiğinizde, onu sevginizden dolayı ister istemez abartırsınız ama ben Senden Önce Ben'in abartılmaya değecek kadar güzel olduğunu düşünüyorum. 

Duygusal-romantik bir kitap kendisi ve bunu size hemen hissettiriyor. Sade, samimi bir dille yazmış Jojo ablamız, ki ben bunun kitabın bu kadar sevilmesinin, kurgusundan sonraki esas nedeni olduğunu düşünüyorum çünkü su gibi akıp gitmesi okuyucunun kitapla bütünleşmesinde resmen köprü görevi görmüş.

Okumaya başlamadan önce, aldığım kitapları bağrıma basıp, öpüp koklayarak tadını çıkaran biri olarak, her yanını inceledim ve kapağın üstündeki aşk vardır, ona inanmaktan vazgeçme yazısından yola çıkarak, romantik bir aşk hikayesi okuyacağımı düşünüyordum ama öyle olmadı. Ama kitabın beklentimin altında çıktığını söyleyebilir miyim? 

Kesinlikle hayır!

Öyle ki, sabah başlayıp akşam bitirdim kendisini! Ve bu kadar kısa sürede okumuş olmayı inanın ki hiç istemezdim ama elimden gerçek anlamda bırakamadım desem, yalan olmaz. Her sayfada bir sonraki sayfayı böylesine merak ettiren ilk kitabımdı açıkçası.

Karakterlerden ve konusundan bahsetmek istiyorum biraz.. Louisa Clark, yani nam-ı diğer Lou, kitaptaki esas kadın karakterimiz ve olaylar onun ağzından anlatılıyor. Lou, çalıştığı kafenin kapatılmasından dolayı işten çıkarılınca yeni bir iş aramaya koyuluyor ve en nihayetinde, iki yıl önce bacaklarını kaybetmiş olan Will Traynor'ın bakıcısı olarak yeni işine başlıyor. Will, yani benim bir kitap karakterine ilk defa böylesine aşık olmamı sağlayan güzel insan, hala olanları kabul edememiş ve geçmişte yaşayan bir adam. Esas olacaklar da, tahmin edeceğiniz üzere Lou'nun Will'in hayatına girmesiyle başlıyor.

Ben ikisini okumaya doyamadım ve doğal olarak da kendimi o kadar kaptırmışım ki, sonunda berbat bir haldeydim. İnsan bir günde kitapla bütünleşip, onu yaşamış gibi hissedebilir mi? Mümkünmüş!

Aynı zamanda kitap bittikten sonra, Jojo Moyes'ı araştırıp 'bir insanın ilk kitabı bu kadar güzel olabilir mi?' diye de sordum kendime ve şahsen, onun da mümkün olduğunu gördüm..

Uzun lafın kısası: okuyun, okutturun. Ya da benim kadar sevin, kimseye okutturmaya kıyamayın :D



Puanım:




"Bazen sabahları uyanmak istememin tek nedeni sen oluyorsun Clark."


"Onsuz yaşamaktan korktuğumu fark ettim. Benim hayatımı yıkmaya ne hakkın var, demek istiyordum. Benim senin hayatın üzerinde hiçbir şey söylemeye hakkım yokken bunu yapmaya ne hakkın var?"


"Ona sarıldım. Will Traynor, parlak şehir çocuğu, dalgıç, sporcu, gezgin, sevgili. Onu yakınımda tuttum ve hiçbir şey söylemedim. Aslında sessizce sevildiğini söylüyordum. Ah hem de ne kadar çok sevilmişti!"


"Sana bu parayı veriyorum, çünkü beni artık mutlu eden pek bir şey yok, sadece sen varsın."




Cinnamon

İlk olarak bana, benim için çok özel bir insanın hediye ettiği kitapla başlamak istiyorum. Yazarı, özellikle Çatı serisiyle tanınan V. C. Andrews ve Cinnamon beş kitaptan oluşan bir serinin ilk ve ne yazık ki bende bulunan tek kitabı. Ancak bildiğim kadarıyla kitap bir seri niteliğinde olsa da, her kitapta farklı karakterlerin hayat hikayeleri işlenmiş, o yüzden serinin diğer kitaplarını okuyamadığım için kendimi Cinnamon'ın hikayesinin devamından mahrum kalmış gibi hissetmeyerek bir nevi züğürt tesellisiyle avunuyorum.

Yorumuma geçmeden önce, kitabın ve aynı zamanda kitabın ana karakterinin de ismi olan Cinnamon adını çok sevdiğimi söylemeden geçemeyeceğim. İngilizcede Tarçın çok havalı söyleniyor gerçekten! :D

Konusuna biraz değinecek olursak, Cinnamon içe dönük, kendi halinde bir genç kız ve bir takım ailevi sorunlar yüzünden, girdiği sıkıntılı sürece tanık oluyoruz okurken. Bu arada Cinnamon'ın oyunculuk gibi harika bir yeteneği de var ve bir bakımdan da bu tutkusu yüzünden hayatını düzene sokmayı başarıyor. 

Her ne kadar kitap yalın bir dili olduğu için eleştiri almış olsa da, ben esas hazinesinin hikayesinin içinde yattığını düşünüyorum açıkçası. Çok hayatın içinden bir kurgusu var. 



Puanım:



"Büyümek ve toplumun bir parçası olmak çok garip. Bu hayal gücünüzü kısıtlıyor. Gerçekle bağlantısı olmayan bir şey söylediğinizde insanlar size gülüyor, sizi dışlıyorlar. Siz de onlardan biri olup, toplum içinde sağlıklı ilişkiler kurmak ve hayatınıza devam edebilmek için, yaratıcı düşüncelerinizi, kendinize özgü taraflarınızı yavaş yavaş gömmek zorunda kalıyorsunuz. Hayal gücünüzü yeniden canlandırmak ise gülünç olma riski taşıyan ve cesaret isteyen bir iş."


"Ona baktım. Yine bütün düşünceler ve sözcükler bekliyordu. Küçük bıçaklar gibi onun üstüne atılmaya hazır bir halde bekliyorlardı. Ama yapamadım. Yapamadım çünkü bunları söylemek onun olduğu kadar benim de canımı yakacaktı."


"Sihire inanıyorum anne, bizim kendimiz için yaptığımız sihire inanıyorum. Ama sihire çok fazla güvenenler ve inananlar genellikle en fazla acıyı çekerler."


"Git şansını dene Cinnamon. Eğer denemezsen, her zaman merak edeceksin, aklında hep bir soru işareti kalacak. İnan bana. Bu tip sorular hayat boyu insanın aklından çıkmaz."